Dünyayı Şirketler Kurtarabilir mi? İklim Değişikliği ve Şirketler (Hukuku) Üzerine Düşünceler

 

Giriş

Bu soruyu bu hafta sormamız tesadüf değil. Aynı günlerde meydana gelen birkaç gelişme, şirketler -özellikle enerji şirketleri- ve iklim krizi meselesini yeniden gündeme taşıdı. Hollanda’da bir mahkeme Shell’in karbon salınımını sınırlaması gerektiğine hükmederken ABD’de Exxon ve Chevron pay sahipleri, şirketlerin yeşil enerjiye geçiş sürecini hızlandırabilecek kararlar aldı. Bu yazıda şirketler üzerinde iklim değişikliği karşısında adımlar atma yönünde oluşan baskının nasıl oluştuğunu ele almak istiyorum. Bu yüzden dört ayrı koldan gerçekleşen/gerçekleşebilecek baskıyı ayrı başlıklar altında ele alacağım. Son kısımda bir yandan şirketler hukukunun daha tipik araçlarının benzer amaçlarla kullanılması ve ayrıca iklim kriziyle mücadelede şirketlere odaklanmanın doğru olup olmadığı konusunda düşüncelerimi paylaşacağım.

Elbette iklim konusunda uzman olmadığım gibi aşağıda ele alınacak dört başlık hakkındaki tüm münferit gelişmelerden de haberdar değilim. Ancak en azından takip edebildiğim gelişmeler ışığında ufak bir zihin jimnastiğinin faydalı olacağını düşünüyorum. Bu arada şirketler & insan hakları konusuyla bu konunun birçok benzer yönü var; ancak ben bu çalışmada işin o kısmına değinmeyeceğim.

Dört Koldan Yürüyen Baskı

1) Müşteriler, çalışanlar ve sivil toplum: Şirketler üzerindeki baskıyı en yumuşak formda olanından en katısına doğru sıralamak gerekirse ilk sırada müşteriler, çalışanlar ve sivil toplumun şirketler üzerinde oluşturduğu baskı geliyor. Müşteriler, doğaya daha saygılı ürünleri tercih ederek bu baskıyı daha sessiz bir şekilde uygulayabilecekleri gibi; çevreye zarar veren şirket ürünlerine yönelebilen boykot çağrıları bu baskının daha sert bir yönünü teşkil ediyor. Özellikle boykot çağrılarının kimi devlet ve şirketleri fazlasıyla rahatsız ettiğine şüphe yok. Bu tarz tercih ve çağrılar hem şirketlerin gönüllü olarak daha çevre dostu faaliyet ve ürünlere kaymaları; hem de yatırımların bu tercihlere uygun teşebbüslere akması bakımından son derece önemli. Keza şirket çalışanlarının -kol kırılır yen içinde kalır demeyerek- iklim krizi konusunda içeriden ve aleni şekilde baskı oluşturmaları da oldukça önemli (diğer bir örnek). Ayrıca şirketlerin çalışanlara hisse dağıtımı yoluyla ödeme yapabildiği dikkate alınırsa çalışan baskısının şirketler ve sermaye piyasası hukukundaki araçlar vesileyle gerçekleşebileceği de not edilmeli.

Müşteri ve çalışanlar yanında sivil toplumun (ve basının) rolünü de bu başlık altında zikretmekte fayda var. Şirketler ilk iki gruptan gelen baskı karşısında çevreye zararlı faaliyetlerini azaltmak yerine bunları gündemden düşürmeye odaklanabilir veya gerçekte bu faaliyetlerde esaslı şekilde değikliğe gitmeden kozmetik iyileştirmelerle yetinebilir (burada Türkiye siyasetinin bizleri bıktırdığı algı kelimesini kullanmaktan bilinçli olarak imtina ediyorum). İşte bu noktada sivil toplum ve basın yayınlayacakları raporlar, haberler vb. ile şirketlerin küresel ısınmaya etkilerini ortaya çıkararak müstakil bir baskı unsuru oluşturup aynı zamanda müşteri ve çalışanlar tarafından yürütülen aktivizmi besleyebilir.

Bu başlık altındaki aktörlerin çoğu zaman şirketleri doğrudan belirli bir davranışa zorlama güç ve yetkisi bulunmuyor. Öte yandan müşteriler ve çalışanların şirketler için önemi, onları gönüllü olarak belirli yükümlülükler altına girmeye; çevre konusunda bazı taahhütlerde bulunmaya itebilir. Bu açıdan Birleşmiş Milletler ve OECD gibi kuruluşların hazırladığı ilke ve yol gösterici kuralların bu tarz gönüllü (gönülsüz?) taahhütler bakımından kritik bir işleve sahip olacağının altını çizmekte fayda var.

2) Mahkemeler önündeki çevre aktivizmi: Mahkemeler eliyle şirketleri iklim değişikliği konusunda aksiyon almaya zorlama bakımından elimizde fazla örnek yok. Nitekim şirketleri iklim değişikliği ile mücadele etmeye zorlayan açık ve kesin bir hukuk kuralının varlığından söz etmek kolay değil. Yine de Hollanda’da bir mahkemenin bu hafta verdiği karar, şirketlerin anılan şekilde açık bir norm olmasa da iklim kriziyle ilgili yükümlülükler altında olabileceği konusunda bir dönüm noktası teşkil edebilir. Karara başka bir yazıda biraz daha detaylı değineceğim için burada sadece kısa bir değerlendirmeye yer vereceğim. Mahkeme, kararında özetle genel ve soyut bir özen yükümlülüğünden bahsediyor ve özellikle iklim krizi hakkındaki bilimsel çalışmalar, raporlar ve BM ve OECD gibi kuruluşların bağlayıcı olmayan (soft law) kurallarını da dikkate alarak Shell şirketler topluluğu bakımından bu yükümlülüğün karbon salınımlarını düşürme hususunda somutlaştığına hükmediyor. Davalı Shell şimdiden temyize gideceğini açıkladı; yani kararın henüz kesin olmadığını -ayrıca hukuki temelinin sorgulanabilir olduğunu- belirtmek gerekir. Öte yandan meselenin bu kısmı pek önemli olmayabilir. Çünkü yargı önünde çevre aktivizmi yürüterek şirketleri iklim krizi karşısında harekete geçmeye zorlamak isteyenler bakımından bu kararın bir ilham ve cesaret kaynağı olacağı aşikar. Ki davacılar da bunu amaçlamış gibi gözüküyor: "This statement is going to change the world... People around the world are ready tosue oil companies in their own country, following our example”. Yani yakın gelecekte benzer dava ve gelişmeleri takip etmekte fayda var.

3) Yatırımcı baskısı: Yatırımcıların çevreye dair kaygılarının iki farklı şirket tipini etkilemesi beklenebilir. İlk olarak büyük halka açık ve dağınık ortaklık yapısını haiz (yani bir hâkim pay sahibi bulunmayan) şirketlerin yöneticilerinin hissedarlardan bu yönde bir baskıyla muhatap olması muhtemel. Bu başlık altında özellikle işin bu yönü üzerinde duracağım. İkinci olarak, yeni kurulmuş ve büyümek için yatırımcı arayan küçük şirketler üzerinde de benzer bir baskı -daha ziyade bir yönlendirme- olabilir; çünkü yatırımcıların çevre dostu şirketlerin daha başarılı olacağı düşüncesiyle yatırım tercihlerinde bu şirketlere öncelik vereceği tahmin edilebilir. Kapalı şirketler bakımından doğrudan yatırımcılardan bir baskı gelmeyeceği düşünülebilir; öte yandan özellikle sürdürülebilir finansman akımı karşısında bu şirketlerin de kaynaklara erişim için iklim krizine katkıda bulunan davranışlardan kaçınması icap edebilir.

Dönelim bu başlığın asıl konusu olan büyük halka açık şirketlere. Özellikle kurumsal yatırımcılar, yakın zamanda yatırımlarında çevresel, toplumsal ve kurumsal/yönetimsel (Environmental, Social, and Governance - ESG) kriterleri de dikkate almaya başladı. Görüldüğü üzere ESG’nin E’si doğrudan çevreyle ve bu yüzden iklim değişikliğiyle yakından ilgili. Yatırımcıların şirket faaliyetinin çevreyle ilişkisine dair kaygıları, ahlaki/etik ya da finansal olabilir. Örneğin bir yatırım fonu, şirket performansından bağımsız olarak çevresel faktörleri göz önünde bulundurmayı tercih edebilir. Öte yandan ESG’ye yöneliş, şirketlerin uzun vadeli başarıları için bir zorunluluk olarak açıklanıp işin finansal tarafı da ön planda tutulabilir. Bu iki yaklaşımın bir arada olması ve ahlaki ve finansal kaygıların kesişmesi elbette mümkün.

Bu alanda geride bıraktığımız hafta iki önemli gelişme oldu. İlk olarak ABD’li enerji devlerinden Exxon yönetim kurulunda iki koltuğu, diğer kurumsal yatırımcılarca desteklenen aktivist bir hedge fund’ın adayları ele geçirdi (hedge fund aktivizmi hakkında bkz.). Yatırımcılar, şirketin sürdürülebilir enerjiye geçişte daha hızlı davranmasını, geçiş sürecine uygun bir plan geliştirmesini ve 2050 yılında karbon nötr vaziyete erişmesini talep ediyordu. Diğer yandan yine Amerikan enerji şirketi Chevron’un pay sahipleri, şirket yönetiminin aksi yöndeki telkinlerine rağmen şirketin karbon salınımını düşürmesine yönelik bir karar aldı. Dolayısıyla enerji şirketlerinde -özellikle pandemi döneminde düşen performans sonrası- pay sahiplerinin sürdürülebilir enerji kaynaklarına geçiş ve bu geçişin mümkün olduğunda seri bir şekilde gerçekleşmesi yönündeki talepleri artmış gözüküyor. Yine de belirtmek gerekir ki ESG temelli baskılar sadece enerji şirketlerini etkilemiyor. Hemen hemen tüm büyük şirketlerin faaliyetlerinin çevreye etkileri yatırımcılar tarafından dikkatle takip ediliyor. Nitekim Tesla’nın birkaç hafta önce yatırımcı baskısı üzerine Bitcoin ile yapılacak ödemeleri kabul planından geri adım atması, bunun açık bir örneği. Güncel performansı yüksek olan şirketler, bir süre daha ESG bazlı baskılardan kaçabilir gibi gözüküyor. Ancak özellikle dünya genelinde ve devletlerce öngörülen kurallar sürdürülebilir üretim ve tüketime geçişi hızlandırdıkça bu şirketlerin de aynı meselelerle yüzleşmek durumunda kalacağını tahmin etmek güç değil.

4) Devlet politikaları: İklim değişikliğiyle mücadelede belirleyici aktörler konumunda devletler bulunuyor. Devletlerin benimseyeceği politikalar, çıkaracakları kanunlar, verecekleri teşvikler şirketlerin iklim değişikliği karşısındaki tavırlarını etkilemede en önemli faktör olabilir. Örneğin hükümetler, ülkenin karbon salınımını düşürmek üzere alacakları kararlarla ülkede faaliyet gösteren şirketleri daha sürdürülebilir faaliyet ve enerji kaynaklarına yönelmek zorunda bırakabilir. Keza şirketlerin faaliyetlerinin çevreye etkisi ülke içinde olduğu gibi dışındaki faaliyetleri bakımından da denetlenebilir ve belirli kıstaslara uymayan şirketlerin sorumlu tutulması söz konusu olabilir. Ülkeler, ithal edilecek ürünlere veya belirli sektörlere karbon salınımına göre ek vergiler koyarak şirketler (ve ihracatçı ülkeleri) üretim/hizmet metotlarını gözden geçirmeye zorlayabilir. Keza cezalandırıcı mekanizmalar kadar ödüllendirici/teşvik edici mekanizmalar da kullanılabilir. Mesela elektrikli otomobiller için vergi indirimleri; sürdürülebilir yatırım yapan şirketlere verilebilecek ucuz krediler bu kapsamda değerlendirilebilir. Zorlayıcı gücü en yüksek ve iktisadi etkisi muhtemelen oldukça kuvvetli olduğu açık gibi gözüken bu tedbirler dikkate alındığında, şirket davranışını etkileme konusunda belirleyici aktörün halen devletlerin yasama ve yürütme organları olduğu sonucuna varmak mümkün.

Sonuç ve Düşünceler

Sonuca geçmeden önce meselenin şirketler hukuku cephesine de kısaca değinmek istiyorum. Şirketin amacı, yönetim kurullarına temsilci/gözlemci gönderilmesi, şirketlerin faaliyet raporlarında çevresel etkiler konusunda daha detaylı ve şeffaf şekilde bilgi vermeleri; çevreye zararlı faaliyet yürüten şirketlerin feshinin talep edilebilmesi vb. birçok mevcut/muhtemel şirketler hukuku mekanizmasıyla da şirketlerin çevreye/iklim krizine olan etkileri düzenlenmeye çalışabilir. Bunların hiçbirine kategorik olarak karşı değilim. Öte yandan şirketler hukuku nasıl işçilerin veya tüketicilerin refahını temin etmede ana değil ancak yardımcı bir role sahipse, çevre konusunda da ancak destekleyici bir fonksiyonu olabilir. Aksi takdirde -eğer şirketler hukuku düzenlemelerinde çevresel etkileri öncelersek- şirketler hukukunu varlık amacından saptırma ve bu yüzden her iki amaç bakımından verimsiz ve başarısız hukuk kuralları üretmemiz oldukça olası. Şirketler hukuku öncelikle şirket ile pay sahipleri ve bunun yanında alacaklılar, işçiler, toplum gibi birçok menfaat sahibinin menfaatlerini bir bütün olarak gözetmek için var. Bu bütün içerisinde elbette çevreyi korumaya yönelik düzenlemelere yer açılabilir. Fakat şirketler hukukunun bu alana katkısı muhtemelen yardımcı bir rolle sınırlı kalacaktır; ve diğer hukuk alanlarındaki benzer amaçlı düzenlemelerle birlikte bir anlam ifade edecektir.

Dönelim başlıktaki soruya: Dünyayı şirketler kurtarabilir mi? Bu sorunun cevabı ne evet ne hayır; ya da hem evet hem hayır. Evet, çünkü karbon salınımına sebep olup küresel ısınmayı tetikleyen faaliyetlerin önemli bir kısmı şirketler eliyle gerçekleşiyor. Şirketler, eğer bu faaliyetleri daha sürdürülebilir üretim ve hizmet yönetimleriyle ikame ederlerse iklim krizinden çıkışta kritik bir rol oynayabilirler. Aynı zamanda hayır, çünkü şirketlerin bu faaliyetleri ürünleri tüketenlerin yarattığı talepten, bu faaliyetlerden vergi geliri elde eden ve şirket faaliyetlerini düzenleme yetkisine sahip devletlerden, ekmeğini bu faaliyetlerin sağladığı istihdamla kazanan çalışanlardan bağımsız değil. Bu yüzden şirketler üzerinde çeşitli kanallardan oluşturulan baskı, diğer faktörlerin değiştirilmesi için gerekli motivasyon, enerji ve gayrette bir eksiklik yaratmamalı. Özellikle devletler ve tüketicilerin davranışlarının değişmesinin dolaylı olarak zaten şirketleri de faaliyetlerini gözden geçirmeye zorlayacağı unutulmamalı. Yani şirket yönetimlerine karşı mahkemeler önünde veya şirket genel kurullarında kazanılan zaferler; asıl amaç ve araçların önemi bakımından rehavete sebep olmamalı. Özetle şirketler iklim krizinden çıkışta önemli bir role sahip olabilir; ancak şirketlere olan baskının diğer faktörlerden rol çalmasına müsaade etmemekte fayda var.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Ticaret Kanunu'nda Değişiklikler Öngören Kanun Teklifi Üzerine

Hukuki Bir Terim Olarak Allah’ın İşi