Türk Ticaret Kanunu'nda Değişiklikler Öngören Kanun Teklifi Üzerine

Giriş

Aslında kanun değişikliği gündemini/tekliflerini ilk planda uzaktan takip etmeyi tercih ederim. Çünkü tasarı değişebilir ya da tamamen rafa kalkabilir ve kanunlaşma süreci ve sonrasında ilgili düzenleme üzerine çokça yazılır. Bu yüzden de yeni ve güncelliğini koruyacak bir şeyler söylemek çoğu zaman güçtür. Dün Türk Ticaret Kanunu (TK) da dahil çeşitli kanunlarda değişiklik için verilen teklifi görünce -kaideyi bozmayacağına güvenle- bu defalık istisna niteliğinde bir yazı kaleme almakta mahzur görmedim. Bunda değişikliklerden birinin doktora tez konumla irtibatlı olması sebebiyle gelişmeyi yakından takibimin zorunlu olması yanında değişiklik önerilerinden birkaçının yerindeliği hakkında şüpheye düşmem de etkili oldu. Böylece Blog’un uzun süreli sessizliğinden, bu sükutun mazereti/bahanesi olan tez çalışmasından götürmeyen bir çıkış kapısı bulduğumu umuyorum.

Türk Ticaret Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” başlıklı Teklif çok sayıda kanunda değişiklik içermesine rağmen gündeme son dönemin meşhur “fahiş fiyat” yönüyle aksettirilmesinin siyasî bir cephesi olduğuna kuşku yok. Ama bu yazının konusu Teklif'in TK'nın anonim şirket (AŞ) yönetim kurulunu (YK) konu alan hükümlerine temasıyla sınırlı.

Genel gerekçede TK’da “değişiklik yapılarak şirket işlemlerinde kolaylık sağlanması ve belirli konularda uygulamada yaşanan tereddütlerin giderilmesi amaçlan(dığı)” belirtilmiş ve sonrasında değişikliklerin kısa bir özeti verilmiş. Bir kanun teklifinin aksini hedeflemesi düşünülemeyeceğine göre buradan esasen bir şey öğrenmediğimiz söylenebilir.

TK 366(1) Değişikliği

İlk değişiklik, anonim şirket yönetim kurulunda görev dağılımını konu alan m. 366’nın ilk fıkrasıyla ilgili. Mevcut metin ve değişiklik önerisi şu şekilde:

2. Görev dağılımı

MADDE 366

(1) Yönetim kurulu her yıl üyeleri arasından bir başkan ve bulunmadığı zamanlarda ona vekâlet etmek üzere, en az bir başkan vekili seçer…

2. Görev dağılımı

MADDE 366

(1) Yönetim kurulu, her yıl üyeleri arasından bir başkan ve bulunmadığı zamanlarda ona vekâlet etmek üzere, en az bir başkan vekili seçer…

Madde gerekçesinde YK üyelerinin görev süresi üç yıl olabilirken her yıl başkan ve başkan vekili seçilmesinin sebep olduğu çelişkiye örtülü olarak işaret edilmiş. Değişiklikle seçimin her sene yapılması zorunluluğu ortadan kalkıyor. Böylece başkan ve vekili de YK üyeleri gibi üç yılı aşmayacak bir süre için seçilebilecek. Bu değişiklik önerisinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/144 sayılı kararı rol oynamış olabilir. Bu kararda, üç yıllık seçime izin veren esas sözleşme düzenlemesinin TK hükümlerini kural olarak emredici kılan m. 340 karşısında geçersiz olduğundan da bahisle YK başkanının üç yıllığına seçildiğine dair kararın ticaret siciline tescilinin reddedilmesinin yerinde olduğuna hükmedilmişti. YK başkanının her sene yeniden seçilmesiyle korunan esaslı bir menfaat olmadığı düşünüldüğünde değişikliğin yerinde olduğu söylenebilir.

TK 375(1)(d) Değişikliği

Teklif’teki ikinci değişiklik, YK’nın devredilemez yetkilerini düzenleyen TK 375’i konu alıyor. Mevcut metin ve değişiklik önerisi şu şekilde:

2. Devredilemez görev ve yetkiler

MADDE 375

(1) Yönetim kurulunun devredilemez ve vazgeçilemez görev ve yetkileri şunlardır: …

d) Müdürlerin ve aynı işleve sahip kişiler ile imza yetkisini haiz bulunanların atanmaları ve görevden alınmaları…

2. Devredilemez görev ve yetkiler

MADDE 375

(1) Yönetim kurulunun devredilemez ve vazgeçilemez görev ve yetkileri şunlardır: …

d) Şube müdürleri hariç olmak üzere müdürlerin ve aynı işleve sahip kişilerin ile imza yetkisini haiz bulunanların atanmaları ve görevden alınmaları…

 

TK 375'te düzenlenen hususlar YK’nın münhasır yetki sahasında kaldığından kurul olarak YK tarafından kullanılıyor. Münhasır yetkilerin ne genel kurula ne de YK’nın yetkisini devredeceği kişilere bırakılması mümkün değil. Bu noktada yetki devri kavramına kısaca değinmek gerekir. YK, görev ve yetkilerinden devredilemez nitelikte olmayanları bizzat eda etmek durumunda değildir. Devredilebilir görev ve yetkilerin icrasında açısından YK’nın kurul olarak hareket etmesi gerekmeksizin YK üyesi olan veya olmayan kişilerden iki şekilde faydalanılabilir. İlk olarak yetki devri (terhis, delegasyon) mevzubahis olabilir. Bu durumda YK kendinde olan yetkiyi bu kişilere bırakır [bkz. TK 367, 370(2)]. Böylece o hususta YK’nın yetkisi tamamen yetkinin devredildiği kişiye geçer. Artık sorumluluk açısından şirketin karşısındaki muhatap temelde yetkinin devredildiği kişidir; YK ise bu kişinin seçim ve gözetimini üstlenir. Söz gelimi şirket genel müdürü veya CEO’suna bu şekilde geniş yetkiler devredilebilir. Diğer yandan YK, yetkiyi devretmekten -yani o yetkiyi kurul olarak kullanmaktan vazgeçmeden- yetkiyi yine bir kişiye veya kişilere kullandırabilir de. Örneğin bir gayrimenkul satımı için vekaletname verilerek bir şirket çalışanına yetki tanınabilir. Bu durumda şirketin karşısındaki muhatap hâlen YK’dır; o yetkinin kullanımının sonuçlarından bizzat YK sorumlu olmaya devam eder.

Değişiklik teklifine dönelim. Mevcut YK 375(1)(d) hükmünde şirketin yönetim ve temsilinde görev alacak hemen herkesi kapsayacak geniş bir formülasyon benimsenmiş durumda. Mevcut hükmün gerekçesinde kast edilenin yetkilerin devri yani delegasyon/terhis olmadığı açıkça belirtilmişti. Yani mevcut hüküm gerekçesi ve lafzına baktığımızda sadece YK’nın yönetim ve temsil yetkilerini devralacak kişilerin değil, şirket yönetimi ve veya temsilinde görev alacak herkesin(!) bizzat YK tarafından belirlenmesi gerektiği düşünülebilir. Hukuk öğretisinde de taraftar bulan yaklaşımı esas alırsak yüzlerce şubesi bulunan bir bankanın tüm şube yöneticilerinin YK kararıyla atanması gerekir. Örneğin Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2017/3709 sayılı kararında YK kararı olmadan organize sanayi bölgesi şube müdürü atanmasının TK 375(1)(d) karşısında mümkün olmadığına hükmetmiştir. Hukuk öğretisinin bir kanadında ise hükmün böyle anlaşılmasına karşı çıkılıyor, kast edilenin şirketin üst düzey yöneticileri yani kendisine yetki devri yapılan kişiler olduğu savunuluyordu.

Teklifle şirketler açısından önemli işlem maliyetlerine kaynaklık eden, öte yandan korunmaya değer bir menfaati gözettiğini söylemek de güç olan bu hükmün tadili öneriliyor. Buna göre (i) imza (yani temsil) yetkisi verilmesi ve (ii) şube müdürü atanması açıkça hüküm kapsamından çıkarılıyor. Madde gerekçesinde “şube ağı geniş olan ve temsile yetkili çalışan sayısı fazla olan şirketlerde görevli her düzeyde çalışanın atanma ve görevden alınmalarına ilişkin yetkinin yönetim kurulunca devredilememesinin iş süreçlerini zorlaştırdığı” ve bu nedenle “şirketin üst düzey yöneticileri dışında kalan kişilerin atanma ve görevden alınmaları yönetim kurulunun devredilemez ve vazgeçilemez görev ve yetkileri arasından çıkarılması(nın)” hedeflendiği belirtilmiş.

Öngörülen değişiklik amacı itibariyle yerinde olmakla birlikte tüm tereddütlerin bertaraf edilebilmesi açısından hükümde daha keskin bir formülasyon kullanılması gerekirdi. Zira “müdür” ifadesinin hangi anlama geldiği tam olarak belli değildir ve şube müdürünün kapsam dışında bırakılması müdür kelimesinin (ve aynı işleve sahip kişilerin) neyi kast ettiği konusunda yardımcı olmaz. eTK 342 vd. hükümlerinde anlamı ve işlevi büyük ölçüde belirsizlik içeren “müdürler” düzenlenmişken TK’da bu kuruma isabetli olarak yer verilmemiştir. Bu durum karşısında müdür ifadesinin TK 370(2) anlamında kendisine (yönetim ve) temsil yetkisi bırakılan kişi ifade ettiği düşünülebilse de mevcut TK 375(1)(d) gerekçesinde müdür kavramı eTK'daki müdür kurumuna paralel şekilde açıklandığı gibi müdür tabiri uygulamada “şube müdürü” örneğinde olduğu gibi başkaca anlamlarda da kullanılmaktadır.

Yapılması gereken, devredilemez olan yetkinin YK’nın organ sıfatıyla kullandığı yönetim ve temsil yetkisini terhis yani delege etme noktasındaki yetki olduğunun açıkça ifade olunmasıdır. Zira bugün “şube müdürü” kapsamdan dışlansa dahi yarın benzer başka bir mevki için aynı tartışmaların yaşanmayacağının garantisi yoktur. Bu yüzden önerim, hükmün “d) 367 inci ve 370 inci maddenin ikinci fıkrası kapsamında yönetim ve temsil yetkilerinin devri ve geri alınması” şeklinde değiştirilmesidir. Böylece neyin devredilebilir neyin devredilemez olduğu, “şube müdürü” ve “müdür” gibi netlik içermeyen kavramlara atıf yapma ihtiyacı yapılmaksızın ayan beyan ortaya konulmuş olur.

TK 392(7) Değişikliği

Teklif’te YK’nın toplantıya çağrılması hakkındaki TK 392(7)’de de değişiklik öngörülmüş (de-de-de, okurken teklediyseniz benden kaynaklı, kusura bakmayın). Mevcut metin ve değişiklik önerisi şu şekilde:

3. Bilgi alma ve inceleme hakkı

MADDE 392

(7) Her yönetim kurulu üyesi başkandan, yönetim kurulunu toplantıya çağırmasını yazılı olarak isteyebilir.

3. Bilgi alma ve inceleme hakkı

MADDE 392

(7) Her yönetim kurulu üyesi başkandan, yönetim kurulunu toplantıya çağırmasını yazılı olarak isteyebilir. İstemin uygun görülmesi halinde çağrı, yönetim kurulu başkanınca yapılır. Ancak yönetim kurulu üyelerinin çoğunluğunun yazılı istemi üzerine, yönetim kurulu başkanı yönetim kurulunu istemin kendisine ulaştığı tarihten itibaren en geç otuz gün içinde yapılacak şekilde toplantıya çağırmak zorundadır. Bu süre içinde yönetim kurulu toplantıya çağrılmadığı veya yönetim kurulu başkanı veya başkan vekiline ulaşılamadığı hallerde, çağrı doğrudan istem sahiplerince yapılabilir. Çağrı üzerine yapılacak toplantılarda toplantı ve karar nisapları hakkında 390 ıncı maddenin birinci fıkrası uygulanır. Esas sözleşmede yönetim kurulunun toplantıya çağrılmasına ilişkin farklı bir usul belirlenebilir.

 

TK 392(7), mevcut hâliyle her üyenin YK’nın toplantıya çağrılması için başkana talepte bulunabileceğini düzenliyor; fakat bu talebin reddi veya cevapsız bırakılması ihtimalini açıkta bırakıyor. Bu senaryoda talep sahibinin YK’yı bizzat toplantıya çağırması veya toplantı davetinde bulunulması için mahkemeye başvurması gibi çözümler öğretide ileri sürülmekteydi. Ne var ki burada kanunun bilinçli olarak sessiz kaldığı ve bu yüzden toplantı davetinde bulunma yetkisinin sadece ve her hâlükârda başkanda bulunduğu da savunuluyordu. Keza, Kanun’un -en azından açıkça- çözmediği bu meseleyi esas sözleşme veya iç yönerge düzenlemesiyle çözmenin mümkün olup olmadığı da tartışmalı bir konuydu.

Teklif’te toplantı talebinin YK üyelerinin çoğunluğundan gelmesi hâlinde başkanın talebi kabul etmesi zorunlu tutulmuş ve YK’yı talebin kendisine ulaşmasından itibaren 30 gün içinde toplanmak üzere toplantıya çağırması öngörülmüş. Bu süre içinde çağrıda bulunulmaması veya YK başkanı/başkan vekiline ulaşılamaması hâlinde talep sahiplerine çağrıda bulunma yetkisi tanınmış. Diğer yandan esas sözleşmeyle farklı bir usul öngörülmesine, TK 340 anlamında “açıkça izin” verilmiş.

Düzenlemeye ana hatlarıyla olumlu bakılabilir. Fakat belirli yönlerden çekince koymakta fayda var. Örneğin YK’da azınlık konumundaki üyelerin toplantı daveti için eli zayıflamış olabilir. Zira hüküm artık ayrıntılı bir düzenleme hâline gelse de münferit üyelerin talepleri açısından bir hukukî çare içermiyor. Özellikle TK 360 imtiyazı ile YK’da temsil edilen azınlık pay sahiplerinin esas sözleşmede her YK üyesine YK’yı toplantıya çağırma yetkisini tanınmasını talep etmeleri bu açıdan akıllıca olabilir. Teklif’te yer alan hükmün eleştiriyi hak eden asıl tarafı, hükümde öngörülen usulün işletilmesi hâlinde YK başkanının toplantı davetini, toplantının talebin kendisine ulaşmasından itibaren 30 gün sonra gerçekleşecek şekilde yapması gerekmesi ve yine talebin cevapsız bırakılması hâlinde bu sürenin geçmesinin aranması. Bu tercih, madde gerekçesinde yer alan mevcut hükmün “şirketin karar alma süreçlerini uzatmakta” olduğu açıklamasıyla bağdaşmıyor. YK, tabiatı itibariyle genel kurula göre daha çevik hareket etmesi gereken organ. Bu yüzden 30 gün sürenin kısaltılması ve örneğin 15 gün gibi bir süreyle ikame edilmesi faydalı olur. 

Sonuç

Anonim şirketin YK hükümleri için teklif edilen değişikliklerin şirketler açısından işlem maliyetlerini düşürmeye yöneldiği ve bu zaviyeden olumlu görülebileceği kanaatindeyim. Bununla birlikte TK gibi temel kanunlarda yapılacak değişikliklerin nihaî hâlini almadan önce iyice tartılması gerekiyor. Aksi hâlde uygulamadan gelen birkaç talep birkaç yamayla tatmin edilse de Kanun’un bütününde ahenk bozulabilir [TK 371(7)’yi hatırlayalım] ve tamiri güç -ve yamanın faydasından daha maliyetli- gedikler oluşabilir. Bu yüzden Teklif’in kanunlaşma sürecinin aceleye getirilmemesini ve farklı fikir ve önerilerin de dikkate alınmasını umalım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hukuki Bir Terim Olarak Allah’ın İşi