Şirketler, Sosyal Sorumluluk ve İstanbul Sözleşmesi

 

Not: Notu yazının sonu yerine başına koymaya karar verdim. Şiddetin önlenmesine yönelik bir sözleşmeden çekilmeyi savunanların, bunun için çok sağlam gerekçeleri ve şiddeti engellemede o sözleşme ile öngörülen mekanizmalar yerine sundukları alternatifleri olması gerekir. İleri sürülen gerekçelerin çoğu hukuken yersizdir ve metnin yanlış okunmasıyla/yorumlanmasıyla ilgilidir (özellikle bkz.para. 102 vd.). Ayrıca Sözleşme mekanizmalarının yerini alacak gerçekçi bir alternatif önerisi yoktur. Türkiye her gün kadın cinayetleriyle sarsılırken İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek hukuken, mantıken ve vicdanen kabul edilebilir bir öneri değildir. Dilerim Sözleşme’den çekilmek gibi toplum vicdanında hasar bırakacak bir adım atılmaz. 

Giriş

Şirketlerin sosyal sorumluluğu (corporate social responsibility), geniş ve yüzeysel olarak şirketlerin faaliyet ve stratejilerinde toplumsal, çevresel, insan hakları vb. konuları da dikkate almaları ve yerine göre bu konularda inisiyatif almaları (gerekliliği) olarak tanımlanabilir. Geniş tanım, şirketlerin ticari faaliyetlerinin toplumsal etkileriyle sınırlı olmayan bir yaklaşıma imkân verir. Böylece şirketlerin nüfuzlarını doğrudan faaliyetleriyle bağlantılı olmayan konularda kullanmaları da sosyal sorumlulukları kapsamında değerlendirilebilir.

Türkiye’de şirketlerin (başka bir deyişle iş dünyasının) geniş anlamda sosyal sorumluluk açısından inisiyatif alarak sesini yükselttiği bir konu, Türkiye’nin Kadınlara Yönelik Şiddet ve Hane İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden (İstanbul Sözleşmesi veya sadece Sözleşme) çekilmesine ilişkin tartışmalar oldu. Holding şirketleri, münferit şirketler, şirketlerle bağlantılı kuruluşlar (vakıflar, spor kulüpleri vb.) ve ticari birlikler, Türkiye’nin Sözleşme’den çekilmesine karşı internet siteleri veya sosyal medya üzerinden açıkça tavır aldı. Peki Türkiye’deki birçok gelişmeye sessiz kalan şirketler, neden şimdi ve neden bu konuda inisiyatif almayı tercih ettiler? Bu sorulara cevap verirken önce şirketlerde karar verici aktörün kim olduğunu ona etki edebilen diğer aktörleri incelemek gerekir.

Karar verici aktör

Karar verici aktörü belirlerken ortaklık yapısını göz önünde bulundurmak şarttır. ABD gibi sermaye piyasalarının köklü ve yerleşik olduğu ülkelerde, şirketler genelde halka açıktır ve şirketi kontrol eden tek bir pay sahibi yoktur, yani hissedarlık geniş kitlelere yayılmıştır. Bu yüzden tek bir hissedarın şirket kararları üzerinde tek başına belirleyici rol oynaması güçtür. Bu tarz ortaklık yapısına sahip şirketlerde, yöneticiler ve hâkimiyet için yeterli olmasa da diğer pay sahiplerine göre daha fazla payı elinde tutan kurumsal yatırımcılar (emeklilik fonları, yatırım yönetim şirketleri vs.) ön plana çıkar. Türkiye’deyse tipik şirket halka açık değildir ve halka açık olsun olmasın genelde hisselerin çoğunluğuna sahip bir ailenin/ortağın kontrolündedir. Dolayısıyla Türkiye’de şirketlerin karar vericisi, hâkim pay sahipleri, yani genelde şirket sahibi ailelerdir.

Tabandan yükselen sosyal sorumluluk

İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkma şeklindeki tepkiyi, karar vericileri etkileyen faktörlerle birlikte okumak gerekir. Yukarıda bahsedildiği üzere karar verici aktörler son yıllarda sessizlikleriyle dikkat çekmiş, toplumsal konularda etkinlikleri genelde sivil topluma verilen destek ve düşük tonda verilen mesajlarla (reklamlar, bayram mesajları vs.) sınırlı kalmıştır. Peki bunu değiştiren etkinin kaynağı nedir? Etki, yukarıdan veya aşağıdaki aktörlerden geliyor olabilir: Şirketin karar verici aktörlerini belirli şekilde hareket etmeye zorlama gücü olan aktörler bu ayrımda şirket sahiplerine göre yukarıda, etkileme kabiliyetleri olsa da zorlama gücünden yoksun aktörler ise aşağıda konumlanır.

Sosyal sorumluluğun yukarıdan gelen etkiyle gerçekleşmesi, özellikle hükümetin/devletin yönlendirmesi/teşviki veya mevzuat yoluyla zorlamasıyla olabilir. Bilhassa sıkı regüle edilen sektörlerde (enerji, telekomünikasyon, finans, madencilik vb.) faal şirketlerin bu şekildeki yönlendirmelere daha fazla reaksiyon verdiği, yakın zamanlardaki örneklerde (mesela salgın dönemi kampanyalarında) kendini belli etmektedir. Ancak İstanbul Sözleşmesi bağlamında bu şekilde tepeden gelen bir yönlendirme olmadığı aşikardır.

Karar vericileri inisiyatif almaya iten etki, tepeden gelmediğine göre bu defa aşağıya bakılmalıdır. Hiyerarşide karar verici aktörlerin aşağısında yer alan dört gruptan bahsedilebilir: Şirket yöneticileri, çalışanları, müşterileri ve sivil toplum. Bunların her biri bakımından karar vericileri etkileme denemesinde bulunmak için söz konusu çabanın faydasının maliyetinden fazla olması icap eder. Karar vericilerin tabandaki beklentiyi dikkate alması da benzer şekilde kendilerini bekleyen risk ve maliyetlere bağlıdır.

Tabanda yer alan dört aktörün menfaatleri her zaman uyuşmayabilir. Örneğin çalışanlara sağlanan mali imkanların iyileştirilmesi, müşterilere daha yüksek fiyatlar olarak yansıyabilir veya şirketin destek verdiği bir sivil toplum projesi, şirket yöneticisinin hayat felsefesiyle uyuşmayabilir. İstanbul Sözleşmesi açısından ise bu grupların kadın hakları ve şiddetin önlenmesinde bir geri adımı reddetmede buluştuğu söylenebilir. Eğitim seviyesinin ortalamanın üzerinde olduğu az çok tahmin edilebilen yöneticiler, (beyaz yakalı) çalışanlar ve sivil toplum için bu durum normal değerlendirilebilir. Ayrıca bu gruplara mensup kadınların haklarına daha bilinçli şekilde sahip çıkacağı öngörülebilir. Müşteriler bakımından kamuoyu yoklamaları esas alınırsa Sözleşme’ye muhalif kanadın küçüklüğü görülmektedir; ayrıca ülke genelinde yukarı yönlü değişmekte olan ortalama eğitim seviyesi, müşterileri de diğer üç gruba yaklaştırmaktadır. Bu dört grubun şirket için ve dışı kanallar (özellikle sosyal medya) üzerinden verdikleri tepki, şirket karar vericilerini aksiyon almaya itmektedir. Ancak karar vericilerin aşağıdan gelen beklentinin yanında muhtemel maliyetleri de hesaba katması gerekir.

Karar verici aktörlerin geçmişteki sessizliğinde önemli bir etken, şirketin siyasi veya siyasi algılanmaya müsait konularda pozisyon almasının, çeşitli risklere gebe olmasıdır. Böyle bir konuda inisiyatif almak; müşterilerden tepki alarak (ör: boykot) şirket kazancını tehdit edebilir, tepedeki aktörlerin yaptırımlarına sebep olabilir ve şirket (tüzel kişi) veya şirket sahibinin (aile – gerçek kişiler) itibarını zedeleyebilir. Ancak İstanbul Sözleşmesi bağlamında bu riskleri, ülkedeki neredeyse tüm siyasi cenahlara yayılmış olan kararlı ve cesur kadın hareketi düşürmekte, hatta kısmen bertaraf etmektedir. Bu hareket müşteriler arasında varlığı ve grup içi ikna ediciliğiyle boykot tehlikesini gerçekçi olmaktan çıkarmaktadır. Nitekim en geniş grup olan müşteriler/tüketicilerin meseleye yaklaşımının, kamuoyu yoklamalarına yansıyan şekilde Sözleşme lehine olduğu söylenebilir. Şirketin bu konuda inisiyatif alması, şirketin kazancını tehlikeye atmak bir yana bu açıdan (en azından kısa vadede) olumlu etki yapabilir. İkinci olarak kadın hareketinin bilgi, teknik ve hukuka dayalı ikna ediciliği ve bunu meseleyi Türkiye’nin kutuplaşmış siyasi ikliminin dışına taşıyarak başarması, meseleyi olması gereken şekilde siyaset üstü bir noktaya çekmektedir. Bu durum sözleşme karşıtlarının elini zayıflatmakta, onları kendi deyimleriyle mayınlı bir alana sürüklemektedir. Birçok şirketin aynı noktada birleşmesi böylece mümkün olmakta, siyaset üstüleşen bir konuda yukarıdan bir yaptırım gelmesi ihtimali azalmaktadır. İtibara dair risk de aynı sebepten büyük ölçüde bertaraf olmaktadır. Siyasi karakterini yitiren ve toplumdan geniş destek görmeyen bir karara karşı durmak, şirket ve şirket sahibinin itibarını tehdit etmez, hatta bu pozisyonu almamanın menfi bir etkisinin olabileceği düşünülebilir.

Sonuç

Şirketlerin sosyal sorumluluğu geniş anlaşıldığında, toplumsal meselelerde şirketlerin tavırlarını belli etmeleri bu kapsamda değerlendirilebilir. Türkiye’de bu açıdan genelde sessiz kalmayı tercih eden birçok şirket, kadın hareketinin etkisiyle tabanda oluşan beklentiye uygun olarak Sözleşme lehine pozisyon almıştır. Bu durum şirketlerin söz konusu davranışını değersiz kılmaz. Sözleşme’yi destekleyen tavır şirketler açısından hala bazı riskler içermektedir ve bu açıdan cesur ve takdire şayandır. Şirketlerce alınan bu tavrın Sözleşme konusunda karar verme yetkisi olanlara etkisini ise zaman gösterecektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Ticaret Kanunu'nda Değişiklikler Öngören Kanun Teklifi Üzerine

Hukuki Bir Terim Olarak Allah’ın İşi